Musa Kamil Ekin
Yönetim Grubu
- Katılım
- 6 Nisan 2015
- Sertifika
- C Sınıfı
- Firma
- BelKo ltd.şti.
Yazar: Özcan Baripoğlu Tarih: 02 Şubat 2016
Meslek hastalıkları böylesine yaygın ulusal ve küresel bir boyut içermesine rağmen Sağlık Bakanlığı’nın ve üniversitelerin konuya olan ilgisizliklerini biliyoruz ama kabul etmekte zorlanıyoruz.
Meslek hastalıkları küresel bir salgın hastalık olarak kabul edilebilir mi ?
Bilinen istatistiki veriler ama daha da önemlisi öngörüler, tahminler bunun olabileceğini gösteriyor.
Böylesine yaygın bir hastalık tablosu olmasına karşın gerekli ilgi ve algının oluştuğunu söylemek mümkün mü ? Ne yazık ki hayır.
Uluslararası Çalışma Örgütü – ILO Nisan 2013 ‘te Dünya İSİG günü için tematik bir doküman hazırladı.
Amaç bir kez daha meslek hastalıklarını önlemeye yönelikti. “Gizli salgını ortaya çıkarmak” olarak tanımlanan tematik yaklaşımın mesajı çok açıktı.
Gerçekleşen ve gizlenenler arasındaki makası nasıl kapatabilirdik?
Tablo çok net !
Dünyada yılda 160 milyon meslek hastalığı ya da işle ilgili hastalık tanısı tahmin edilirken, ortaya çıkarılan vaka- tanı sayısının devede kulak bile olamayacak kadar küçük ölçekte kaldığını söylemek durumundayız.
ILO projeksiyonlarına göre, örneğin Çin’ de yılda 30- 40 milyon MH tanısı beklenirken, ortaya çıkarılan vaka sayısı 30 bin bile değildir.
Türkiye’ de bu konuda evlere şenlik bir durumda.
Beklenen meslek hastalığı sayısı 100 – 200 bin arasında olması gerekirken ( binde 4- 12 oranı üzerinden ), gerçekleşen tanı sayısı 500 civarındadır.
Bu durumun nedenleri üzerine az sayıda uzmanın bitmek tükenmek bilmeyen enerji ve sorumlulukları dahilinde ürettikleri tezler var.
Prof. Dr. İbrahim Akkurt bunlardan birisi.
Meslek hastalıklarının tanı – tazminat- rücu, denklemi içinde ele alınmasının bir kısır döngüye neden olduğunu, liste referansı ile illiyet – nedensellik bağı kurulduğunu ve tüm bu tasarımın hastalık odaklı değil, sigortacılık odaklı olduğunu, konunun yasal sigortacılık ve tazmin sarmalına mahkum edildiğini ileri sürüyor.
Meslek hastalıkları böylesine yaygın ulusal ve küresel bir boyut içermesine rağmen Sağlık Bakanlığı’nın ve üniversitelerin konuya olan ilgisizliklerini biliyoruz ama kabul etmekte zorlanıyoruz.
Nitekim, 2004 yılında, ABD İSİG Dairesi (OSHA), konuyu yasal bildirim zorunluluğundan çıkararak, tıbbi tanı bildirim formatına dönüştürmüş. Bunu takiben ILO’ da aynı doğrultuda politika değişikliği için adımlar atıyor.
Türkiye’de de meslek hastalıkları, tanı ve izlem süreçlerinin yasa- hukuk – ceza- tazminat kaygısı içinde ele alınması ve bu durumun işverenlerin korkulu rüyası haline dönüşmesi nitelikli, sürdürülebilir, etkin bir ulusal politika geliştirilmesinin önünde engel gibi duruyor.
Sigortacılık mantığı ve yasal zeminden kaynaklanan nedenlerle ihalenin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ na kalması, konuya son tahlilde ve her daim “işveren odaklı” bakılması ve istihdam yaratmanın önündeki engellerin kaldırılması refleksinin her zaman canlı olması sürecin devamlı patinaj halinde seyretmesine neden oluyor.
Konu bir yönüyle akademik anlamda meslek hastalığı tanı, izlem ve epidemiyolojisi referanslarıyla izlenirken öte yandan meslek hastalıklarını yaratan süreçlerin, zeminlerin tespiti ve kamusal zararın tazmini meselerinin politik bir kapışma alanı olarak önümüzde durduğu açıktır.
Çalışan sağlığını maliyet unsuru olarak gören bir sistemik yaklaşımı, ekonomik aklın sınırları içine hapsolan, sağlımızın kaybını kaçınılmaz bir kader gibi anlamlandıran hegemonik düşünceyi deşifre etmek ve bu sistemik tarzı ahlaki, vicdani ve politik olarak eleştirme hakkımızı elden bırakmamak değişim, dönüşüm irademizi billurlaştırmak gerekiyor.
Zira sadece anlamak yetmiyor…