Fatih Özcan
Site Kurucusu
- Katılım
- 7 Aralık 2013
- Şehir
- Yurt Dışı
- Sertifika
- Diğer Belge
- Firma
- ABL Group
Hayriye ORDUKAYA / Verimlilik Uzmanı
İnsanın Çalışma Hayatındaki Yeri
İnsan, varoluşundan itibaren fiziksel ve zihinsel tüm çalışma sistemlerinin ana aktörü olmuştur. Ev işleri ve tarımsal işler veya imalat sistemlerinde insanın önemi tartışılmayacak kadar büyüktür. Geçmişten bugüne kadar insanın ve çalışmanın nitelik ve niceliksel birçok özeliği değişse de insanın “planlayıcı” rolü ve fiziksel veya zihinsel gücü ile “ucuz istihdam” olma özellikleri değişmemiştir. Sistemler her ne kadar otomatikleşse de insan, sistemlerin mimarı olma gücünü artırarak gelişmektedir. İnsan çalışma hayatında zihinsel veya fiziksel gücü ile bulunmaktadır ve sahip olduğu bu özellikleri kapasitesi ve sınırları ölçüsünde kullanarak çalışmaktadır. Yaşanılan dönemlerin özelliklerine göre bu yetenek ve kapasitelerin tanımları ve sınırları değişmiştir.
Tarihin ilk çağlarında insan, çalışma ortamında sadece fiziksel gücü ile bulunurken, zaman içinde işin yapısı değiştikçe insanın rolü, sahip olduğu özelliklere göre değişmiştir. Endüstriyel gelişim incelendiğinde, Sanayi Devrimi milat olmak üzere sırasıyla 18. ve 19. yüzyıllarda emek yoğun ve teknoloji yoğun dönemler yaşanmıştır. 19. yüzyıla gelindiğindeise teknoloji kavramının üzerine, artan talebi de karşılayabilmek adına üretime ”hız” kavramı da eklenmiş ve otomasyon aşamasına gelinmiştir. Bu dönemlere kadar üretim kapasitesi haricinde dikkat edilen hususlar ancak kalite kavramı olmuştur. Bu dö- neme gelene kadarki aşırı emek yoğun çalışmak işçinin fiziksel ve zihinsel kapasitesini sürekli normal sınırlarının üstünde kullanması aşırı yıpranma ve zorlanmayı beraberinde getirmiştir.
Ancak 19. yüzyıl sonlarına doğru “çalışan” sağlığı ve rahatlığı, çalışma yaşamının kalitesi gibi konulara karşı da bir hassasiyet olması gerekliliği hissedilmiştir. Çünkü sadece miktar olarak çok üretmek veya kaliteli üretmek gibi kavramların “sürdürülebilir” verimliliği sağlayamadığı görülmüştür. Özellikle 20. yüzyılın başlarında sağlık, güvenlik gibi konular yaygın bir şekilde ele alınmıştır. Bu kaygılar, Endüstri Devrimi ile başlamakla birlikte insanlarda sağlık-hastalık-iş arasında bir ilişki olduğu düşüncesi ağırlık kazanmaya başlamış ve bu alanda araştırmalara önem verilmiştir.
Bu araştırmaların oluşturduğu bilim dalına da başta Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere olmak üzere pek çok ülkede Ergonomi adı verilmiş, Almanya ve bazı Avrupa ülkelerinde ise bu yeni bilim dalına ergonomi adının yanı sıra bazen eşdeğer anlamda, bazen de daha kapsamlı bir anlamda işbilim denmiştir(1). İnsanlar, ilk çağlardan beri adına ergonomi denmese bile, ergonomi kurallarını daha iyi ve daha kolay yaşayabilmek için, deneme yanılma yöntemiyle uygulamaya çalışmışlardır. Ayakta yemek yiyen insanın oturarak yemek yemeye başlaması, daha sonra yerde değil bir taşın üzerine oturması, oturduğu taşı düzleştirmesi gibi gelişmeler bunlara örnek olarak verilebilir. Kısacası insanlar ilk çağlardan beri dünyayı insana uygun hale getirme çabası içerisindedir. Bunu yaparken kendisine daha rahat ve kaliteli bir hayat sağlamak çabası içerisindedir (2).
İş Yükü Kavramı
İnsan, duyusal, fiziksel ve zihinsel sınırları olan bir varlıktır. İnsanın yetenekleri ile bir iş için kendisinden beklenenlerin karşılaştırılması ortaya uyum sonucunu çıkarır. Kişinin işinde başarılı olabilmesi için yetenekleri ile iş için kendisinden beklenenler uyumlu olmalıdır (3). Yani çalışma hayatında oldukça önemli bir kural olan “işe göre çalışan seçimi” ergonomik sınırlar açısından da tercih edilmesi gereken bir kuraldır. Bir kişiye bir iş verilirken yetenekleri ile işin gereksinimlerinin karşılaştırılması, yapılacak ilk iş olmalıdır. Yeteneklerini aşacak şekilde iş yüklenmiş kişinin başarısız olması doğaldır. İnanların yetenekleri, onların herhangi bir iş için ortaya koyabilecekleri en yüksek kapasiteyle doğrudan ilişkilidir. Ancak o an için var olan yetenekler, ortaya bir iş koymak için yeterli olmayabilirler.
Ortaya işin çıkması için yetenekler muhakkak eyleme geçirilmelidir. Bu eyleme geçiş de birtakım özendirici faktörler vasıtası ile yapılmalıdır. Kişiler arasında yetenek, güdülenme, güç ve fiziksel olarak farklılıklar vardır. Bunlar birtakım anatomik, fizyo-lojik ve psikolojik etkenlere bağlı olarak değişim göstermektedir. İnsanın bedensel ve zihinsel olarak gücü sınırlıdır. Yapacağı çalışmalar gün boyu ortalama bir düzeyi aşmaz. Gücünün üstünde çalışan bir insan yorgun dü- şer ve solunum, dolaşım, kas-sinir sistemi, merkezi sinir sistemi ve enerji metabolizması gibi temel fonksiyonları zorlanır. Uzun dönemde sağlık sorunlarına neden olabilecek bu durum, insanın iş verimini ve çalışma motivasyonunu azaltacaktır (4). İnsan, günlük yaşamı boyunca hem zihinsel (bir sorunu/problemi çözmek) ve hem de fiziksel (yük taşımak) aktiviteler göstermektedir.
Ancak her tür işin belirli oranlarda hem zihinsel hem de fiziksel yetenek ve çaba gerektirdiği bilinmektedir. Bir işin, başka bir işe göre güçlüğünü belirleyen faktörler, fiziksel ve zihinsel gereksinimlere ek olarak, çevresel koşulları da içermektedir. Uzun süre bozuk çevresel koşullar altında çalışan insan beklenenden çok yorgunluk hissedecek ve iş başarısı düşecektir (5). ‘Yorgunluk’ (fatigue) herkes tarafından bilinen fakat tanımlanması güç bir kavramdır. Çeşitli kaynaklarda belirtildiği gibi, yorgunluk uyku hali, adale ağrısı, durgunluk hali gibi belirtilerden anlaşılabilir. Bunlara ek olarak, yorgunluk arttıkça iş kazaları ve hatalar nedeniyle, üretim seviyesinde ve kalitesinde bir düşüş görülür. Yorgunluk teriminin bir tanımını vermek yerine, onu açıklamakta kullanılacak ‘zorlanma’ ve ‘gerginlik’ kavramları üzerinde durmakta yarar vardır.
Zorlama (stress); insanı uyaran tüm faktörler, gerginlik (strain) ise bunlara gösterilen tepki diye tanımlanırsa (6) çeşitli gerginliklerin sonucu olarak yorgunluğun ortaya çıkacağı kabul edilebilir. Çalışma sırasında zorlamaya neden olan fizyolojik ve psikolojik faktörler ile bunların yarattığı gerginliğin belli başlı ölçütleri Tablo 1’de gösterilmiştir (7).ş yükü kavramı, çalışma sırasında ortaya çıkan fiziksel ve zihinsel ihtiyaçların toplamıdır ve çalışanın kapasitesi ile ilgili bir terimdir.
Fiziksel İş Yükü
Fiziksel iş yükü bir iş yerine getirilirken harcanan fiziksel kaynakların ölçülebilir bir ifadesidir. Fiziksel iş yükü genellikle harcanan enerji miktarı ile ölçülür. Fizyolojik açıdan hafif olarak nitelenebilecek bir iş için yalnızca enerji sarfını dikkate almak yetmeyebilir. İşçinin duruş şekli, yürüyor veya oturuyor olması, yapılan işin sıklığı, monotonluğu gibi etmenleri de bu kapsamda düşünmek gerekir.
Hareket sırasında kasların kullandığı enerji, gıda maddeleri ile alınan kimyasal bileşiklerin solunumla alı- nan oksijen aracılığıyla yakılması sonucu ortaya çıkmaktadır. Gıda maddeleri ve oksijenin uğradığı bu değişim ‘metabolizma” olarak bilinir. İnsanın enerji tüketimi; aldığı gıdaya, tükettiği oksijene ve ortaya çıkan ısıya göre belirlenebilir ve bu değişkenler enerji tüketimini ölçen yöntemlerde güvenilir olarak kullanılabilirler (8).
Fiziksel işgücü, enerji tüketimine göre ölçülmekte ve tanımlanmaktadır. İnsan iş yükü genellikle kilokalori cinsinden ve oksijen tüketimi olarak ölçülmektedir (9). Bunlara ek olarak normal koşullarda vücudun enerji sarfı sonucu ortaya çıkan oksijen gereksinimi ile kalbin dakikadaki atış sayısı arasında yakın bir ilişki olduğu gösterilmiştir (10). Tablo 2. bu ilişkiyi göstermektedir. İnsan sahip olduğu enerjinin bir bölümünü bazal metabolizmasının devamı için kullanmak zorundadır.
Başka bir deyişle hiç iş yapmayan, dinlenme halinde-ki bir insan, yalnız organlarının çalışması için bir enerji harcamaktadır. Bundan artakalan enerji ise çalışma ve diğer günlük faaliyetler için kullanılır. İnsanların günlük enerji tüketimi bireyler arasında önemli farklılıklar gösterdiğinden bu konuda ortalama değerler bulmak oldukça zordur. 1949 yılında FAO1 ’ nun ortaya attığı değerlere göre hafif endüstriyel işlerde çalışanlar, laboratuar görevlileri veya kamyon sürücüleri uzun dönemde günde 3200 kcal’ye gereksinim göstermektedir. Kıyaslama ile bulunan bazı değerlere göre de büro işçileri günde 2800 kcal., maden işçileri 3600 kcal ‘ye ihtiyaç duymaktadır. (11).
İnsanın günlük yaşamı uykuda, işi dışındaki faaliyetlerde ve çalışma sırasında geçen zaman olmak üzere 3 ana bölümde düşünülebilir. Son iki bölümün enerji gereksiniminin günde 2000 kcal. dolayında oldu- ğu düşünülmektedir (12). Pek çok araştırıcı normal bir insanın enerji tüketiminin uzun dönemde günde ortalama 4000–4800 kcal.’yi geçmemesi konusunda birleş- mektedir. Bu durumda fizyolojik olarak kabul edilebilir enerji tüketimi uzun süreli işlerde, dakikada 4–5 kcal’yi geçmemelidirYapılan işe ağır bir iş denmemesi için Rus bilim adamlarına göre kabul edilebilir kalp atış sayısı dakikada 100 atış ve altında olmalıdır (13)
Fiziksel yük, vücutta meydana gelen biyomekanik zorlanmalarla ilgili oluşan faktörler olarak tanımlanmaktadır. Literatürde çevresel faktörlerden (ışık, ses, sıcaklık, iş organizasyonu, psikososyal faktörler) biri olarak sayılmayan “mekanik maruziyet” olarak da geçmektedir (14). İş yükü için gerekli olan gücü elde etmek için enerjiye ihtiyaç duyulmaktadır. Vücudun enerji üretimi sırasında meydana gelen çeşitli fonksiyon değişiklikleri (oksijen tüketimi, kalp atış frekansı değişiklikleri vb.) ölçülerek zorlanma hakkında bilgi sahibi olunabilmektedir (15). Fiziksel iş yükü çevre, eğitim düzeyi, motivasyon ve işin yapılış şeklinden etkilenmektedir.
Fiziksel İş Yükü Ölçüm Yöntemleri
Fiziksel iş yükü belirlenirken, enerji tüketimi üzerinde etkili olan birçok faktör vardır. Bunlar işin doğal yapısı, işçinin eğitim düzeyi, motivasyon seviyesi ve çevresel faktörlerdir (16). Ağır işlerde enerji harcamasını ölçmek için kullanılan metotlar, hafif işlere uygulanırsa yanıltıcı sonuçlar verebilirler. Örneğin hafif işlerde görülen yorgunluk ya da bezginlik derecesini kalp atış sayısındaki değişikliklerle saptamak olanaksızdır. Nitekim böyle bir yorgunluk duygusu, henüz tam olarak açıklanamamış ve fiziki olmaktan çok merkezi sinir sisteminde oluşan psikolojik bir etkidir. İşin tamamlanması için fiziksel bir güce ihtiyaç duyulan işlerde bu iş yükünün belirlenmesi için öznel ve nesnel (fizyolojik) değerlendirme yöntemleri geliştirilmiştir. Öznel (subjektif) metotlar, nesnel yani fizyolojik metotlarla birlikte kullanıldığında daha kapsamlı bir değerlendirme yapmak mümkün olmaktadır (17).
1. Sübjektif Fiziksel İş Yükü Ölçüm Yöntemleri
Sübjektif iş yükü ölçüm yöntemleri, çalışan operatörün direkt olarak kendi hissettiği yüklenme seviyesini ifade etmektedir. Sübjektif ölçümler net değerler bulmak yerine işçiler arasındaki göreceyi tanımlamak adına, genellikle belli skalalarla yapılmaktadır. Bu skalalar belli başlı ölçekler olarak literatürde yerlerini almışlardır. 1989 yılında Armstrong, işçilerin kavrama yeteneklerini ölçmek için 0 ile 10 arasında bir lineer ölçek kullanmıştır (18)Sübjektif iş yükü değerlendirmenin en çok kullanılan yöntemleri Borg ölçekleridir. Bunlar CR 10 Borg ölçeği ve hissedilen maruziyeti ölçen Borg RPE ölçekleridir (19).
Bunların dışında Nordic Anketi olarak bilinen vücut diyagramları ve acı değerlendirme çizelgesi olarak kullanılan McGill Acı Anketi’de sübjektif değerlendirmelerde kullanılmaktadır.
2. Objektif Fiziksel İş Yükü Ölçüm Yöntemleri
İş fizyolojisi üzerine yapılan birçok çalışma göstermiştir ki, fiziksel iş yükünün belirlenmesinde, iş için ihtiyaç duyulan fiziksel gereklilik mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Oksijen tüketimi, solunum hızı yöntemi, kalp atış sayısı, kandaki laktat seviyesi, kan basıncı, vücut ısısı, elektrokardiyagram (ECG), elektromiyogram (EMG), deri özdirenci, kas gerilimi gibi ölçümler yaparak, fiziksel iş yükü hakkında yorum yapılabilir. Daha birçok yöntem mevcut olmakla birlikte bunlar literatürde en sık rastlanan yöntemlerdir (20). Sübjektif ölçüm yöntemlerinde bazı biyomekanik ve fizyolojik gerçek zamanlı ölçümler yapılarak iş yükü de- ğerlendirmesi yapılmaktadır. Ölçüm sonuçları, değerlendirilen veya değerlendirenin kişisel düşünce ve hislerinden etkilenmemektedir. Genellikle teknoloji kullanımı ve veri analizine dayalı bu yöntemlerin belli başlıları aşağıda incelenmiştir.
1.1. Doğrudan (Direkt) Kalorimetre Yöntemi İnsan vücudunun ısı üreten bir makine olduğu kabul edilerek, metabolik işlemler sonucu ortaya çıkan ısının ölçülmesi yoluna gidilmiştir. Bu amaçla, yalıtılmış bir odada insanın metabolik süreci sonucu ortaya çıkan ısı değişimi ölçülmüştür. Oldukça eski bir yöntem olan dolaysız kalorimetre hem deneysel koşulların hazırlanmasındaki zorluklar hem de ancak laboratuar koşullarında uygulanabilir olması nedeniyle bugün artık fazla kullanılmamaktadır (21).
1.2. Dolaylı Kalorimetre Yöntemi Enerjinin, yiyecek maddelerinin oksidasyonu (yükseltgenmesi) sonucu ortaya çıktığı düşünülürse vücuda alınan yağ, karbonhidrat ve proteinlerin yanması için gerekli oksijen miktarı ve yanma sonucu ortaya çıkacak enerjiyi hesaplamak mümkün olabilmektedir. Vücudun ihtiyacı olan bu enerji miktarı yapılan işin zorluğuna göre değişeceğinden, kalori hesabı yapmak işlerin zorluk derecesini karşılaştırma açısından kullanılmaktadır. Kalorimetre dolaylı olarak oksijen tüketiminden hesaplanmaktadır. Karvonen’in 1974 yılında yaptığı bir çalışma sonucunda bazı işler için birim zamanda ihtiyaç duyulan enerji miktarlarını şu şekilde belirlemiştir.
1.3. Oksijen Tüketimi Yöntemi Pek çok araştırıcı tarafından çeşitli işlerde kullanılan bu metot solunumla alınan ve verilen hava içindeki oksijen miktarları arasındaki farkı ölçmeye dayanmaktadır. Bu yöntemin sonuçlarının güvenilirliği konusunda bütün araştırıcılar birleşmektedir (22). Günümüzde yapılan taşınabilir aletler ölçüm işlemini de kolaylaştırdığından, oksijen tüketimi artık her türlü işin enerji gereksinimini belirtmekte kullanılmaktadır. Oksijen tüketimi, vücuttaki metabolik dönüşümü sağlayan olaydır (23). Dinamik işgücü veya enerji tüketimi ile oksijen tüketimi arasında doğrusal bir ilişki vardır. Ancak dinamik işler için etkili bir karşılaştırma yöntemi olan bu değer, statik iş yükü belirlenmesinde iyi bir yöntem değildir. Oksijen tüketimi, daha yoğun olarak iş yükünün fiziksel bileşenlerini ve bir kişinin iş kapasitesini ölçmek için kullanılmaktadır.
1.4. Nabız Atış Hızı Yöntemi (Kalp Atış Hızı Yöntemi) Çeşitli işlerde çok yaygın olarak kullanılmakta olan bu yöntem tele metrik aletler sayesinde günümüzde kolaylıkla kullanılabilir hale gelmiştir. Bazı araştırıcılar (Rohmert ve diğer., 1973) kalp atışlarındaki değişimin bazen iş yükünü olduğundan az gösterebileceğini savunmuşlardır. Son yıllarda bu konudaki çalışmalar devam etmektedir. Çok sayıda araştırıcının anlaştığı bir nokta normal koşullarda kalp atışlarının kıyaslamalı çalışmalarda güvenilir olarak kullanılabileceği yönündedir.Astrand ve Rodahl (1977) yaptıkları çalışmalarla kalp atışını elle yapılan işlerin, bacakla yapılan işlere oranla daha fazla artırdığını belirtmişlerdir. Yapılan çalışmalarda kalp atışının psikofizyolojik bir değer olduğu yani hem insanın psikolojik durumundan hem de fizyolojik niteliğinden etkilendiği göz önünde bulundurulmalıdır (24).
Kalp atışındaki yükselme, fiziksel iş yükü artışı veya enerji ihtiyacının artışını gösterebilir. Bu artışın sebebi, çalışma esnasında kasların daha fazla oksijene ihtiyaç duyması ve solunum sonucu olu- şan artık maddelerin atılmasıdır. Ölçümü kolay olduğu için iş yükü ve enerji ihtiyacını saptamada sanayide oldukça yoğun kullanılmaktadır. Statik iş yükü ölçümünde de statik iş sırasında kasların daha fazla kana ihtiyaç duymasından dolayı, oksijen tüketim miktarının aksine, anlamlı olarak kullanılabilir. Ancak bazı durumlarda, kalp atışının diğer duygulardan etkilenmesinden dolayı, oksijen tüketimine göre daha az güvenilir bir yöntem olabilir. Ayrıca kafein ve iş ortamının sıcaklığı da kalp atış hızını artırmaktadır. Kalp atışını en çok artıran şeyler duygusaldır. Sırası ile korku, sinirlilik, mutluluk ve heyecan gibi duygular kalp atışının oldukça fazla artmasına neden olur.
Kalp atışı, sağlık konusunda kişinin form (sağlıklı olma) durumunun derecelendirilmesinde kullanılmaktadır. Kalp atışının tek bir değeri de bir anlam ifade edebilir ancak kalp atışının izlenerek, işler ve kişiler arasında de- ğerlendirme yapılması gerekmektedir. Kalp atış ölçümleri bir işin parçalarının fiziksel yoğunluğunu tahmin etmek için kullanılmaktadır.
Kalp atışı da dahil, fizyolojik ölçümler, aynı zamanda sağlıklı çalışma sınırlarını belirleyen yöntemlerdir. Özellikle de elle yapı- lan taşıma ve kaldırma işleri konusunda kapasite sınırları belirlemektedirler. Sağlıklı kaldırma limitleri belirlemede, diğer fizyolojik yöntemlerle karşılaştırıldığında en korumacı yöntemin kalp atışı ölçüm sonuçlarına göre yapılan düzenlemeler olduğu söylenebilir. Tüm fiziksel metabolik değişkenlerin içinde, sahada ölçümü ve kullanımı en kolay olanı kalp atış hızı yöntemidir.
Kalp atışı, sağlıklı bireylerde iş yüzünden hissedilen zorluk derecesi ile doğrusal olarak ilişkili olan fizyolojik yüklenmenin birincil göstergesi olarak kullanılmaktadır (25). Kalp atış hızı tespit edilerek direkt olarak yapılan işle ilgili yüklenme seviyesini belirlemek mümkün iken, kalp atış sayısından enerji tüketim miktarını bularak daha objektif sonuçlara da varmak mümkündür. Tablo 6’da çeşitli kaynaklara göre ortalama olarak ölçülen kalp atım sayısı ile işin ağırlık sınıfı arasındaki ilişkiyi vermektedir (26).
Fiziksel İş Yükü ve Verimlilik
Verimlilik kavramı uzun yıllardır endüstriyel işlerde bir başarı ölçütü olarak kullanılmakla birlikte verimliliğin ne şekilde ölçülmesi gerektiği hâlâ tartışma konusudur. En genel şekliyle verimlilik, çıktıların girdilere oranı olarak belirlenmektedir. Birim girdi başına düşen çıktı miktarı arttıkça verimliliğin de arttığı kabul edilir. Bir üretim faaliyeti sırasında kullanılan girdilerin çok çeşitli olduğu, çıktıların da çoğu kez nicelik ve nitelik bakımından farklılığı göz önüne alınırsa bütün bu değişkenleri tek bir orantıyla ifade etmenin zorluğu anlaşılabilir. Bu nedenle çoğu kez genel bir verimlilik ölçütü kullanmak yerine her girdiyi tek tek inceleyen verimlilik oranlarının kullanımı yeğlenmektedir (27).
Bu konuda dikkate alınması gerekli bir nokta, çıktı miktarının yalnız kullanılan mekanizasyon seviyesinin bir fonksiyonu olmadığı aynı zamanda çalışma yöntemi, planlama gibi konulardan da etkilendiğidir. Yani genelde verimlilik üç boyutlu bir kavram olarak düşünülebilir. (28). Bu boyutlardan birini işin yapılış yöntemi oluşturmaktadır. Bir işin yapılmasında kullanılan yöntem ise her zaman gelişime ve değişime açıktır. Başka bir deyişle, çalışma yöntemini tasarlayanların bilgi ve yetenekleri öl- çüsünde verimliliğin bu boyutunu geliştirmek mümkündür.
Verimliliğin ikinci boyutu olarak fiziksel olanaklar dü- şünülebilir. Bu tür olanaklar, parasal ve teknik nedenlerle ancak belirli ölçülerde geliştirilebilirler. Bir makinenin en yüksek çalışma hızı ve kapasitesi fazla değiştirilemez,çünkü böyle bir değişikliğin maliyeti genellikle çok yüksek veya değişim imkânsız olabilir. Verimliliği etkileyen üçüncü boyut ise işçinin hızı veya temposudur. Bu boyutta sağlanabilecek gelişim, insan fizyolojisinin özellikleri ile kısıtlanmıştır.
Herhangi bir insan fizyolojik kapasitesinin üzerinde bir iş yükü ile uzun süre zorlanırsa iş kazaları, hatalı üretim, hastalık vb. nedenlere maliyetler artacak, verimlilik ise düşecektir. Buraya kadar açıklanmaya çalışılan nedenlerle, iş verimliliği artırılmaya çalışılırken bir yandan o iş için en uygun yöntemin bulunmasına, en uygun malzeme, alet ve makinenin kullanılmasına özen gösterilirken, öte yandan da işi yapacak insanın özelliklerinin, yetenek ve kısıtlarının dikkate alınması zorunluluğu vardır. İnsanın uzun dönemde dayanabileceği iş yükünün, çalışma ko- şullarının belirlenebilmesi için ise işin fizyolojik gereksinimlerinin saptanması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Gerçekçi verimlilik seviyeleri ancak bu verilerin ışığında belirlenebilecektir. Bu noktada ergonominin tanımı da verimlilik ekseninde şu şekilde yapılmaktadır. Ergonomi; verimli, güvenli, konforlu ve etkili insan kullanımı için aletlerin, makinelerin, sistemlerin, görevlerin, işlerin ve çevrenin tasarımına insanın davranışı, yetenekleri, sınırları ve diğer özellikleri hakkındaki bilgiyi uygulamak ve keşfetmektir. Aşağıdaki grafikte ergonomi ile verimlilik ilişkisi ergonomik ilerlemenin işletmeye yararları bakımından gösterilmektedir (29)
Kaynakça:
1. Babalık, F.C. (2005), Mühendisler için Ergonomi İşbilim, Bursa: Nobel Yayıncılık.
2. Güler, Ç. (1997), Ergonomiye Giriş, Ankara:2001.
3. İncir, G., (1980), Ergonomi, Ankara: MPM Yayınları No: 240.
4. Güler, Ç. (1997:25)
5. Çilingir, C., “Tarım Makineleri ile Yapılan Bazı İşlerde İnsan İş Yükü ve Verimliliği Üzerinde Ergonomik Araştırmalar” Yayınlanmış Doktora Tezi, ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü, İzmir, 1981.
6. Rohmert, W., Lauring W., “Heart Rate Variability and Workload Measurement”, Ergonomics, 1973,16.
7. Mc Cormick, J.E. 1976, Human Factors in Engineering and Design, USA, McGraw Hill.
8. (Çilingir, 1981:23).
9. McCormick, E.J, Sanders, M, (1982), Human Factors In Engineering and Design (6th ed.), New York: McGraw-Hill.
10. Murrel, K.F.H, (1979), Ergonomics; Man in His Working Environment, Londra: Chapman and Hall.
11. (Murrell, 1979).
12. (Murrell, 1979).
13. Bedny, G.Z., Seglin, M.H.,” The Use of Pulse Rate to Evaluate Physical Work Load in Russian Ergonomics “American Industrial Hygiene Association Journal, Volume 58.
14. Westgaard, R.H., Winkel, J., “Guidelines for occupational musculoskeletal load as a basis for intervention: a critical review”. Applied Ergonomics 1996,27.
15. (Babalık, 2005).
16. Astrand, P. and Rodahl, K. (1977). Textbook of work physiology. (3rd ed.). New York: McGraw-Hill.
17. Wickens, C. D., Gordon, S. E., and Liu, Y. (1998). An Introduction to Human Factors Engineering. New York: Longman.
18. Armstrong, T.J., Punnett, L., and Ketner, P. “Subjective Worker Assessments of Hand Tools in Automobile Assembly” American Industrial Hygiene Association Journal. Sayı 50, (1989).
19. Borg G.A.V. “Perceived Exertion: a Note on History and Methods”. Medicine and Science in Sports, Sayı 5. (1973).
20. Di Domenica, A. T. ,” An investigation on subjective assessments of workload and postural stability under conditions of joint mental and physical demands”, Doctoral Thesis, Faculty of the Virginia Polytechnic Institute and State University, Industrial and Systems Engineering, Virginia, 2003.
21. (Çilingir, 1981:28).
22. (Astrand ve Rodahl, 1977)
23. (Astrand ve Rodahl, 1977).
24. Bedny, G., Karwowski, W., Seglin, M., “A Heart Rate Evaluation Approach to Determine Cost Effectiveness an Ergonomics Intervention” International Journal of Occupational Safety and Ergonomics, 7, (2001)
25. (Borg, 1973).
26. Chunga, M.K., Leeb Y.J., Leek I., “Physiological workload evaluation of carrying soft drink beverage boxes on the back” Applied Ergonomics 2005,36.
27. (Çilingir, 1981:30)
28. (Çilingir, 1981)
29. Neumann, W. P., “Production Ergonomics-Identifying and Managing Risk in theDesign of High PerformanceWork Systems”, Doctoral Thesis, Lund University Department of Design Sciences, Sweeden, 2004.
İnsanın Çalışma Hayatındaki Yeri
İnsan, varoluşundan itibaren fiziksel ve zihinsel tüm çalışma sistemlerinin ana aktörü olmuştur. Ev işleri ve tarımsal işler veya imalat sistemlerinde insanın önemi tartışılmayacak kadar büyüktür. Geçmişten bugüne kadar insanın ve çalışmanın nitelik ve niceliksel birçok özeliği değişse de insanın “planlayıcı” rolü ve fiziksel veya zihinsel gücü ile “ucuz istihdam” olma özellikleri değişmemiştir. Sistemler her ne kadar otomatikleşse de insan, sistemlerin mimarı olma gücünü artırarak gelişmektedir. İnsan çalışma hayatında zihinsel veya fiziksel gücü ile bulunmaktadır ve sahip olduğu bu özellikleri kapasitesi ve sınırları ölçüsünde kullanarak çalışmaktadır. Yaşanılan dönemlerin özelliklerine göre bu yetenek ve kapasitelerin tanımları ve sınırları değişmiştir.
Tarihin ilk çağlarında insan, çalışma ortamında sadece fiziksel gücü ile bulunurken, zaman içinde işin yapısı değiştikçe insanın rolü, sahip olduğu özelliklere göre değişmiştir. Endüstriyel gelişim incelendiğinde, Sanayi Devrimi milat olmak üzere sırasıyla 18. ve 19. yüzyıllarda emek yoğun ve teknoloji yoğun dönemler yaşanmıştır. 19. yüzyıla gelindiğindeise teknoloji kavramının üzerine, artan talebi de karşılayabilmek adına üretime ”hız” kavramı da eklenmiş ve otomasyon aşamasına gelinmiştir. Bu dönemlere kadar üretim kapasitesi haricinde dikkat edilen hususlar ancak kalite kavramı olmuştur. Bu dö- neme gelene kadarki aşırı emek yoğun çalışmak işçinin fiziksel ve zihinsel kapasitesini sürekli normal sınırlarının üstünde kullanması aşırı yıpranma ve zorlanmayı beraberinde getirmiştir.
Ancak 19. yüzyıl sonlarına doğru “çalışan” sağlığı ve rahatlığı, çalışma yaşamının kalitesi gibi konulara karşı da bir hassasiyet olması gerekliliği hissedilmiştir. Çünkü sadece miktar olarak çok üretmek veya kaliteli üretmek gibi kavramların “sürdürülebilir” verimliliği sağlayamadığı görülmüştür. Özellikle 20. yüzyılın başlarında sağlık, güvenlik gibi konular yaygın bir şekilde ele alınmıştır. Bu kaygılar, Endüstri Devrimi ile başlamakla birlikte insanlarda sağlık-hastalık-iş arasında bir ilişki olduğu düşüncesi ağırlık kazanmaya başlamış ve bu alanda araştırmalara önem verilmiştir.
Bu araştırmaların oluşturduğu bilim dalına da başta Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere olmak üzere pek çok ülkede Ergonomi adı verilmiş, Almanya ve bazı Avrupa ülkelerinde ise bu yeni bilim dalına ergonomi adının yanı sıra bazen eşdeğer anlamda, bazen de daha kapsamlı bir anlamda işbilim denmiştir(1). İnsanlar, ilk çağlardan beri adına ergonomi denmese bile, ergonomi kurallarını daha iyi ve daha kolay yaşayabilmek için, deneme yanılma yöntemiyle uygulamaya çalışmışlardır. Ayakta yemek yiyen insanın oturarak yemek yemeye başlaması, daha sonra yerde değil bir taşın üzerine oturması, oturduğu taşı düzleştirmesi gibi gelişmeler bunlara örnek olarak verilebilir. Kısacası insanlar ilk çağlardan beri dünyayı insana uygun hale getirme çabası içerisindedir. Bunu yaparken kendisine daha rahat ve kaliteli bir hayat sağlamak çabası içerisindedir (2).
İş Yükü Kavramı
İnsan, duyusal, fiziksel ve zihinsel sınırları olan bir varlıktır. İnsanın yetenekleri ile bir iş için kendisinden beklenenlerin karşılaştırılması ortaya uyum sonucunu çıkarır. Kişinin işinde başarılı olabilmesi için yetenekleri ile iş için kendisinden beklenenler uyumlu olmalıdır (3). Yani çalışma hayatında oldukça önemli bir kural olan “işe göre çalışan seçimi” ergonomik sınırlar açısından da tercih edilmesi gereken bir kuraldır. Bir kişiye bir iş verilirken yetenekleri ile işin gereksinimlerinin karşılaştırılması, yapılacak ilk iş olmalıdır. Yeteneklerini aşacak şekilde iş yüklenmiş kişinin başarısız olması doğaldır. İnanların yetenekleri, onların herhangi bir iş için ortaya koyabilecekleri en yüksek kapasiteyle doğrudan ilişkilidir. Ancak o an için var olan yetenekler, ortaya bir iş koymak için yeterli olmayabilirler.
Ortaya işin çıkması için yetenekler muhakkak eyleme geçirilmelidir. Bu eyleme geçiş de birtakım özendirici faktörler vasıtası ile yapılmalıdır. Kişiler arasında yetenek, güdülenme, güç ve fiziksel olarak farklılıklar vardır. Bunlar birtakım anatomik, fizyo-lojik ve psikolojik etkenlere bağlı olarak değişim göstermektedir. İnsanın bedensel ve zihinsel olarak gücü sınırlıdır. Yapacağı çalışmalar gün boyu ortalama bir düzeyi aşmaz. Gücünün üstünde çalışan bir insan yorgun dü- şer ve solunum, dolaşım, kas-sinir sistemi, merkezi sinir sistemi ve enerji metabolizması gibi temel fonksiyonları zorlanır. Uzun dönemde sağlık sorunlarına neden olabilecek bu durum, insanın iş verimini ve çalışma motivasyonunu azaltacaktır (4). İnsan, günlük yaşamı boyunca hem zihinsel (bir sorunu/problemi çözmek) ve hem de fiziksel (yük taşımak) aktiviteler göstermektedir.
Ancak her tür işin belirli oranlarda hem zihinsel hem de fiziksel yetenek ve çaba gerektirdiği bilinmektedir. Bir işin, başka bir işe göre güçlüğünü belirleyen faktörler, fiziksel ve zihinsel gereksinimlere ek olarak, çevresel koşulları da içermektedir. Uzun süre bozuk çevresel koşullar altında çalışan insan beklenenden çok yorgunluk hissedecek ve iş başarısı düşecektir (5). ‘Yorgunluk’ (fatigue) herkes tarafından bilinen fakat tanımlanması güç bir kavramdır. Çeşitli kaynaklarda belirtildiği gibi, yorgunluk uyku hali, adale ağrısı, durgunluk hali gibi belirtilerden anlaşılabilir. Bunlara ek olarak, yorgunluk arttıkça iş kazaları ve hatalar nedeniyle, üretim seviyesinde ve kalitesinde bir düşüş görülür. Yorgunluk teriminin bir tanımını vermek yerine, onu açıklamakta kullanılacak ‘zorlanma’ ve ‘gerginlik’ kavramları üzerinde durmakta yarar vardır.
Zorlama (stress); insanı uyaran tüm faktörler, gerginlik (strain) ise bunlara gösterilen tepki diye tanımlanırsa (6) çeşitli gerginliklerin sonucu olarak yorgunluğun ortaya çıkacağı kabul edilebilir. Çalışma sırasında zorlamaya neden olan fizyolojik ve psikolojik faktörler ile bunların yarattığı gerginliğin belli başlı ölçütleri Tablo 1’de gösterilmiştir (7).ş yükü kavramı, çalışma sırasında ortaya çıkan fiziksel ve zihinsel ihtiyaçların toplamıdır ve çalışanın kapasitesi ile ilgili bir terimdir.
Fiziksel İş Yükü
Fiziksel iş yükü bir iş yerine getirilirken harcanan fiziksel kaynakların ölçülebilir bir ifadesidir. Fiziksel iş yükü genellikle harcanan enerji miktarı ile ölçülür. Fizyolojik açıdan hafif olarak nitelenebilecek bir iş için yalnızca enerji sarfını dikkate almak yetmeyebilir. İşçinin duruş şekli, yürüyor veya oturuyor olması, yapılan işin sıklığı, monotonluğu gibi etmenleri de bu kapsamda düşünmek gerekir.
Hareket sırasında kasların kullandığı enerji, gıda maddeleri ile alınan kimyasal bileşiklerin solunumla alı- nan oksijen aracılığıyla yakılması sonucu ortaya çıkmaktadır. Gıda maddeleri ve oksijenin uğradığı bu değişim ‘metabolizma” olarak bilinir. İnsanın enerji tüketimi; aldığı gıdaya, tükettiği oksijene ve ortaya çıkan ısıya göre belirlenebilir ve bu değişkenler enerji tüketimini ölçen yöntemlerde güvenilir olarak kullanılabilirler (8).
Fiziksel işgücü, enerji tüketimine göre ölçülmekte ve tanımlanmaktadır. İnsan iş yükü genellikle kilokalori cinsinden ve oksijen tüketimi olarak ölçülmektedir (9). Bunlara ek olarak normal koşullarda vücudun enerji sarfı sonucu ortaya çıkan oksijen gereksinimi ile kalbin dakikadaki atış sayısı arasında yakın bir ilişki olduğu gösterilmiştir (10). Tablo 2. bu ilişkiyi göstermektedir. İnsan sahip olduğu enerjinin bir bölümünü bazal metabolizmasının devamı için kullanmak zorundadır.
Başka bir deyişle hiç iş yapmayan, dinlenme halinde-ki bir insan, yalnız organlarının çalışması için bir enerji harcamaktadır. Bundan artakalan enerji ise çalışma ve diğer günlük faaliyetler için kullanılır. İnsanların günlük enerji tüketimi bireyler arasında önemli farklılıklar gösterdiğinden bu konuda ortalama değerler bulmak oldukça zordur. 1949 yılında FAO1 ’ nun ortaya attığı değerlere göre hafif endüstriyel işlerde çalışanlar, laboratuar görevlileri veya kamyon sürücüleri uzun dönemde günde 3200 kcal’ye gereksinim göstermektedir. Kıyaslama ile bulunan bazı değerlere göre de büro işçileri günde 2800 kcal., maden işçileri 3600 kcal ‘ye ihtiyaç duymaktadır. (11).
İnsanın günlük yaşamı uykuda, işi dışındaki faaliyetlerde ve çalışma sırasında geçen zaman olmak üzere 3 ana bölümde düşünülebilir. Son iki bölümün enerji gereksiniminin günde 2000 kcal. dolayında oldu- ğu düşünülmektedir (12). Pek çok araştırıcı normal bir insanın enerji tüketiminin uzun dönemde günde ortalama 4000–4800 kcal.’yi geçmemesi konusunda birleş- mektedir. Bu durumda fizyolojik olarak kabul edilebilir enerji tüketimi uzun süreli işlerde, dakikada 4–5 kcal’yi geçmemelidirYapılan işe ağır bir iş denmemesi için Rus bilim adamlarına göre kabul edilebilir kalp atış sayısı dakikada 100 atış ve altında olmalıdır (13)
Fiziksel yük, vücutta meydana gelen biyomekanik zorlanmalarla ilgili oluşan faktörler olarak tanımlanmaktadır. Literatürde çevresel faktörlerden (ışık, ses, sıcaklık, iş organizasyonu, psikososyal faktörler) biri olarak sayılmayan “mekanik maruziyet” olarak da geçmektedir (14). İş yükü için gerekli olan gücü elde etmek için enerjiye ihtiyaç duyulmaktadır. Vücudun enerji üretimi sırasında meydana gelen çeşitli fonksiyon değişiklikleri (oksijen tüketimi, kalp atış frekansı değişiklikleri vb.) ölçülerek zorlanma hakkında bilgi sahibi olunabilmektedir (15). Fiziksel iş yükü çevre, eğitim düzeyi, motivasyon ve işin yapılış şeklinden etkilenmektedir.
Fiziksel İş Yükü Ölçüm Yöntemleri
Fiziksel iş yükü belirlenirken, enerji tüketimi üzerinde etkili olan birçok faktör vardır. Bunlar işin doğal yapısı, işçinin eğitim düzeyi, motivasyon seviyesi ve çevresel faktörlerdir (16). Ağır işlerde enerji harcamasını ölçmek için kullanılan metotlar, hafif işlere uygulanırsa yanıltıcı sonuçlar verebilirler. Örneğin hafif işlerde görülen yorgunluk ya da bezginlik derecesini kalp atış sayısındaki değişikliklerle saptamak olanaksızdır. Nitekim böyle bir yorgunluk duygusu, henüz tam olarak açıklanamamış ve fiziki olmaktan çok merkezi sinir sisteminde oluşan psikolojik bir etkidir. İşin tamamlanması için fiziksel bir güce ihtiyaç duyulan işlerde bu iş yükünün belirlenmesi için öznel ve nesnel (fizyolojik) değerlendirme yöntemleri geliştirilmiştir. Öznel (subjektif) metotlar, nesnel yani fizyolojik metotlarla birlikte kullanıldığında daha kapsamlı bir değerlendirme yapmak mümkün olmaktadır (17).
1. Sübjektif Fiziksel İş Yükü Ölçüm Yöntemleri
Sübjektif iş yükü ölçüm yöntemleri, çalışan operatörün direkt olarak kendi hissettiği yüklenme seviyesini ifade etmektedir. Sübjektif ölçümler net değerler bulmak yerine işçiler arasındaki göreceyi tanımlamak adına, genellikle belli skalalarla yapılmaktadır. Bu skalalar belli başlı ölçekler olarak literatürde yerlerini almışlardır. 1989 yılında Armstrong, işçilerin kavrama yeteneklerini ölçmek için 0 ile 10 arasında bir lineer ölçek kullanmıştır (18)Sübjektif iş yükü değerlendirmenin en çok kullanılan yöntemleri Borg ölçekleridir. Bunlar CR 10 Borg ölçeği ve hissedilen maruziyeti ölçen Borg RPE ölçekleridir (19).
Bunların dışında Nordic Anketi olarak bilinen vücut diyagramları ve acı değerlendirme çizelgesi olarak kullanılan McGill Acı Anketi’de sübjektif değerlendirmelerde kullanılmaktadır.
2. Objektif Fiziksel İş Yükü Ölçüm Yöntemleri
İş fizyolojisi üzerine yapılan birçok çalışma göstermiştir ki, fiziksel iş yükünün belirlenmesinde, iş için ihtiyaç duyulan fiziksel gereklilik mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Oksijen tüketimi, solunum hızı yöntemi, kalp atış sayısı, kandaki laktat seviyesi, kan basıncı, vücut ısısı, elektrokardiyagram (ECG), elektromiyogram (EMG), deri özdirenci, kas gerilimi gibi ölçümler yaparak, fiziksel iş yükü hakkında yorum yapılabilir. Daha birçok yöntem mevcut olmakla birlikte bunlar literatürde en sık rastlanan yöntemlerdir (20). Sübjektif ölçüm yöntemlerinde bazı biyomekanik ve fizyolojik gerçek zamanlı ölçümler yapılarak iş yükü de- ğerlendirmesi yapılmaktadır. Ölçüm sonuçları, değerlendirilen veya değerlendirenin kişisel düşünce ve hislerinden etkilenmemektedir. Genellikle teknoloji kullanımı ve veri analizine dayalı bu yöntemlerin belli başlıları aşağıda incelenmiştir.
1.1. Doğrudan (Direkt) Kalorimetre Yöntemi İnsan vücudunun ısı üreten bir makine olduğu kabul edilerek, metabolik işlemler sonucu ortaya çıkan ısının ölçülmesi yoluna gidilmiştir. Bu amaçla, yalıtılmış bir odada insanın metabolik süreci sonucu ortaya çıkan ısı değişimi ölçülmüştür. Oldukça eski bir yöntem olan dolaysız kalorimetre hem deneysel koşulların hazırlanmasındaki zorluklar hem de ancak laboratuar koşullarında uygulanabilir olması nedeniyle bugün artık fazla kullanılmamaktadır (21).
1.2. Dolaylı Kalorimetre Yöntemi Enerjinin, yiyecek maddelerinin oksidasyonu (yükseltgenmesi) sonucu ortaya çıktığı düşünülürse vücuda alınan yağ, karbonhidrat ve proteinlerin yanması için gerekli oksijen miktarı ve yanma sonucu ortaya çıkacak enerjiyi hesaplamak mümkün olabilmektedir. Vücudun ihtiyacı olan bu enerji miktarı yapılan işin zorluğuna göre değişeceğinden, kalori hesabı yapmak işlerin zorluk derecesini karşılaştırma açısından kullanılmaktadır. Kalorimetre dolaylı olarak oksijen tüketiminden hesaplanmaktadır. Karvonen’in 1974 yılında yaptığı bir çalışma sonucunda bazı işler için birim zamanda ihtiyaç duyulan enerji miktarlarını şu şekilde belirlemiştir.
1.3. Oksijen Tüketimi Yöntemi Pek çok araştırıcı tarafından çeşitli işlerde kullanılan bu metot solunumla alınan ve verilen hava içindeki oksijen miktarları arasındaki farkı ölçmeye dayanmaktadır. Bu yöntemin sonuçlarının güvenilirliği konusunda bütün araştırıcılar birleşmektedir (22). Günümüzde yapılan taşınabilir aletler ölçüm işlemini de kolaylaştırdığından, oksijen tüketimi artık her türlü işin enerji gereksinimini belirtmekte kullanılmaktadır. Oksijen tüketimi, vücuttaki metabolik dönüşümü sağlayan olaydır (23). Dinamik işgücü veya enerji tüketimi ile oksijen tüketimi arasında doğrusal bir ilişki vardır. Ancak dinamik işler için etkili bir karşılaştırma yöntemi olan bu değer, statik iş yükü belirlenmesinde iyi bir yöntem değildir. Oksijen tüketimi, daha yoğun olarak iş yükünün fiziksel bileşenlerini ve bir kişinin iş kapasitesini ölçmek için kullanılmaktadır.
1.4. Nabız Atış Hızı Yöntemi (Kalp Atış Hızı Yöntemi) Çeşitli işlerde çok yaygın olarak kullanılmakta olan bu yöntem tele metrik aletler sayesinde günümüzde kolaylıkla kullanılabilir hale gelmiştir. Bazı araştırıcılar (Rohmert ve diğer., 1973) kalp atışlarındaki değişimin bazen iş yükünü olduğundan az gösterebileceğini savunmuşlardır. Son yıllarda bu konudaki çalışmalar devam etmektedir. Çok sayıda araştırıcının anlaştığı bir nokta normal koşullarda kalp atışlarının kıyaslamalı çalışmalarda güvenilir olarak kullanılabileceği yönündedir.Astrand ve Rodahl (1977) yaptıkları çalışmalarla kalp atışını elle yapılan işlerin, bacakla yapılan işlere oranla daha fazla artırdığını belirtmişlerdir. Yapılan çalışmalarda kalp atışının psikofizyolojik bir değer olduğu yani hem insanın psikolojik durumundan hem de fizyolojik niteliğinden etkilendiği göz önünde bulundurulmalıdır (24).
Kalp atışındaki yükselme, fiziksel iş yükü artışı veya enerji ihtiyacının artışını gösterebilir. Bu artışın sebebi, çalışma esnasında kasların daha fazla oksijene ihtiyaç duyması ve solunum sonucu olu- şan artık maddelerin atılmasıdır. Ölçümü kolay olduğu için iş yükü ve enerji ihtiyacını saptamada sanayide oldukça yoğun kullanılmaktadır. Statik iş yükü ölçümünde de statik iş sırasında kasların daha fazla kana ihtiyaç duymasından dolayı, oksijen tüketim miktarının aksine, anlamlı olarak kullanılabilir. Ancak bazı durumlarda, kalp atışının diğer duygulardan etkilenmesinden dolayı, oksijen tüketimine göre daha az güvenilir bir yöntem olabilir. Ayrıca kafein ve iş ortamının sıcaklığı da kalp atış hızını artırmaktadır. Kalp atışını en çok artıran şeyler duygusaldır. Sırası ile korku, sinirlilik, mutluluk ve heyecan gibi duygular kalp atışının oldukça fazla artmasına neden olur.
Kalp atışı, sağlık konusunda kişinin form (sağlıklı olma) durumunun derecelendirilmesinde kullanılmaktadır. Kalp atışının tek bir değeri de bir anlam ifade edebilir ancak kalp atışının izlenerek, işler ve kişiler arasında de- ğerlendirme yapılması gerekmektedir. Kalp atış ölçümleri bir işin parçalarının fiziksel yoğunluğunu tahmin etmek için kullanılmaktadır.
Kalp atışı da dahil, fizyolojik ölçümler, aynı zamanda sağlıklı çalışma sınırlarını belirleyen yöntemlerdir. Özellikle de elle yapı- lan taşıma ve kaldırma işleri konusunda kapasite sınırları belirlemektedirler. Sağlıklı kaldırma limitleri belirlemede, diğer fizyolojik yöntemlerle karşılaştırıldığında en korumacı yöntemin kalp atışı ölçüm sonuçlarına göre yapılan düzenlemeler olduğu söylenebilir. Tüm fiziksel metabolik değişkenlerin içinde, sahada ölçümü ve kullanımı en kolay olanı kalp atış hızı yöntemidir.
Kalp atışı, sağlıklı bireylerde iş yüzünden hissedilen zorluk derecesi ile doğrusal olarak ilişkili olan fizyolojik yüklenmenin birincil göstergesi olarak kullanılmaktadır (25). Kalp atış hızı tespit edilerek direkt olarak yapılan işle ilgili yüklenme seviyesini belirlemek mümkün iken, kalp atış sayısından enerji tüketim miktarını bularak daha objektif sonuçlara da varmak mümkündür. Tablo 6’da çeşitli kaynaklara göre ortalama olarak ölçülen kalp atım sayısı ile işin ağırlık sınıfı arasındaki ilişkiyi vermektedir (26).
Fiziksel İş Yükü ve Verimlilik
Verimlilik kavramı uzun yıllardır endüstriyel işlerde bir başarı ölçütü olarak kullanılmakla birlikte verimliliğin ne şekilde ölçülmesi gerektiği hâlâ tartışma konusudur. En genel şekliyle verimlilik, çıktıların girdilere oranı olarak belirlenmektedir. Birim girdi başına düşen çıktı miktarı arttıkça verimliliğin de arttığı kabul edilir. Bir üretim faaliyeti sırasında kullanılan girdilerin çok çeşitli olduğu, çıktıların da çoğu kez nicelik ve nitelik bakımından farklılığı göz önüne alınırsa bütün bu değişkenleri tek bir orantıyla ifade etmenin zorluğu anlaşılabilir. Bu nedenle çoğu kez genel bir verimlilik ölçütü kullanmak yerine her girdiyi tek tek inceleyen verimlilik oranlarının kullanımı yeğlenmektedir (27).
Bu konuda dikkate alınması gerekli bir nokta, çıktı miktarının yalnız kullanılan mekanizasyon seviyesinin bir fonksiyonu olmadığı aynı zamanda çalışma yöntemi, planlama gibi konulardan da etkilendiğidir. Yani genelde verimlilik üç boyutlu bir kavram olarak düşünülebilir. (28). Bu boyutlardan birini işin yapılış yöntemi oluşturmaktadır. Bir işin yapılmasında kullanılan yöntem ise her zaman gelişime ve değişime açıktır. Başka bir deyişle, çalışma yöntemini tasarlayanların bilgi ve yetenekleri öl- çüsünde verimliliğin bu boyutunu geliştirmek mümkündür.
Verimliliğin ikinci boyutu olarak fiziksel olanaklar dü- şünülebilir. Bu tür olanaklar, parasal ve teknik nedenlerle ancak belirli ölçülerde geliştirilebilirler. Bir makinenin en yüksek çalışma hızı ve kapasitesi fazla değiştirilemez,çünkü böyle bir değişikliğin maliyeti genellikle çok yüksek veya değişim imkânsız olabilir. Verimliliği etkileyen üçüncü boyut ise işçinin hızı veya temposudur. Bu boyutta sağlanabilecek gelişim, insan fizyolojisinin özellikleri ile kısıtlanmıştır.
Herhangi bir insan fizyolojik kapasitesinin üzerinde bir iş yükü ile uzun süre zorlanırsa iş kazaları, hatalı üretim, hastalık vb. nedenlere maliyetler artacak, verimlilik ise düşecektir. Buraya kadar açıklanmaya çalışılan nedenlerle, iş verimliliği artırılmaya çalışılırken bir yandan o iş için en uygun yöntemin bulunmasına, en uygun malzeme, alet ve makinenin kullanılmasına özen gösterilirken, öte yandan da işi yapacak insanın özelliklerinin, yetenek ve kısıtlarının dikkate alınması zorunluluğu vardır. İnsanın uzun dönemde dayanabileceği iş yükünün, çalışma ko- şullarının belirlenebilmesi için ise işin fizyolojik gereksinimlerinin saptanması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Gerçekçi verimlilik seviyeleri ancak bu verilerin ışığında belirlenebilecektir. Bu noktada ergonominin tanımı da verimlilik ekseninde şu şekilde yapılmaktadır. Ergonomi; verimli, güvenli, konforlu ve etkili insan kullanımı için aletlerin, makinelerin, sistemlerin, görevlerin, işlerin ve çevrenin tasarımına insanın davranışı, yetenekleri, sınırları ve diğer özellikleri hakkındaki bilgiyi uygulamak ve keşfetmektir. Aşağıdaki grafikte ergonomi ile verimlilik ilişkisi ergonomik ilerlemenin işletmeye yararları bakımından gösterilmektedir (29)
Kaynakça:
1. Babalık, F.C. (2005), Mühendisler için Ergonomi İşbilim, Bursa: Nobel Yayıncılık.
2. Güler, Ç. (1997), Ergonomiye Giriş, Ankara:2001.
3. İncir, G., (1980), Ergonomi, Ankara: MPM Yayınları No: 240.
4. Güler, Ç. (1997:25)
5. Çilingir, C., “Tarım Makineleri ile Yapılan Bazı İşlerde İnsan İş Yükü ve Verimliliği Üzerinde Ergonomik Araştırmalar” Yayınlanmış Doktora Tezi, ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü, İzmir, 1981.
6. Rohmert, W., Lauring W., “Heart Rate Variability and Workload Measurement”, Ergonomics, 1973,16.
7. Mc Cormick, J.E. 1976, Human Factors in Engineering and Design, USA, McGraw Hill.
8. (Çilingir, 1981:23).
9. McCormick, E.J, Sanders, M, (1982), Human Factors In Engineering and Design (6th ed.), New York: McGraw-Hill.
10. Murrel, K.F.H, (1979), Ergonomics; Man in His Working Environment, Londra: Chapman and Hall.
11. (Murrell, 1979).
12. (Murrell, 1979).
13. Bedny, G.Z., Seglin, M.H.,” The Use of Pulse Rate to Evaluate Physical Work Load in Russian Ergonomics “American Industrial Hygiene Association Journal, Volume 58.
14. Westgaard, R.H., Winkel, J., “Guidelines for occupational musculoskeletal load as a basis for intervention: a critical review”. Applied Ergonomics 1996,27.
15. (Babalık, 2005).
16. Astrand, P. and Rodahl, K. (1977). Textbook of work physiology. (3rd ed.). New York: McGraw-Hill.
17. Wickens, C. D., Gordon, S. E., and Liu, Y. (1998). An Introduction to Human Factors Engineering. New York: Longman.
18. Armstrong, T.J., Punnett, L., and Ketner, P. “Subjective Worker Assessments of Hand Tools in Automobile Assembly” American Industrial Hygiene Association Journal. Sayı 50, (1989).
19. Borg G.A.V. “Perceived Exertion: a Note on History and Methods”. Medicine and Science in Sports, Sayı 5. (1973).
20. Di Domenica, A. T. ,” An investigation on subjective assessments of workload and postural stability under conditions of joint mental and physical demands”, Doctoral Thesis, Faculty of the Virginia Polytechnic Institute and State University, Industrial and Systems Engineering, Virginia, 2003.
21. (Çilingir, 1981:28).
22. (Astrand ve Rodahl, 1977)
23. (Astrand ve Rodahl, 1977).
24. Bedny, G., Karwowski, W., Seglin, M., “A Heart Rate Evaluation Approach to Determine Cost Effectiveness an Ergonomics Intervention” International Journal of Occupational Safety and Ergonomics, 7, (2001)
25. (Borg, 1973).
26. Chunga, M.K., Leeb Y.J., Leek I., “Physiological workload evaluation of carrying soft drink beverage boxes on the back” Applied Ergonomics 2005,36.
27. (Çilingir, 1981:30)
28. (Çilingir, 1981)
29. Neumann, W. P., “Production Ergonomics-Identifying and Managing Risk in theDesign of High PerformanceWork Systems”, Doctoral Thesis, Lund University Department of Design Sciences, Sweeden, 2004.